Fâtiha Sûresi 7. ayeti ve tefsiri (2024)

TEFSİR:

Evet,Rabbimizden en büyük niyazımız bizi sırat-ı müstakîme, en doğru yolaulaştırmasıdır.

Ayettegeçen اِهْدِنَا (ihdinâ) kelimesi“bize hidâyet et” mânasına gelir. “Hidâyet”, istenilen hedefe ulaştıracak şeye lutuf,letâfet ve nezaketle kılavuzluk etmektir. Bu kılavuzluk, yolu sadece göstermekveya yola götürüvermek ve hatta sonuna kadar götürmek şekillerinden biriylegerçekleşebilir. Birincisine açıklayıcı kılavuzluk veya irşat, ikinciyeulaştırıcı kılavuzluk veya tevfîk denilir. Bu kılavuzlukta lutuf ve letâfetesastır. Lutuftan maksat, sertlik ve şiddetin karşılıtı olan tatlılık veyumuşak huyluluktur. Letâfetten maksat ise nezâket ve inceliktir. Hidâyetyalnız, iyiliğe yöneliktir. Mesela hırsıza hırsızlık için yol göstermeye,rehberlik etmeye hidâyet denilmez. Dolayısıyla hidâyet her istenilen şeyemutlaka rehberlik etmek değil, irşat gibi maksadında iyilik, yapılış şeklindede iyilik ve incelik bulunan bir rehberliktir.

Kur’ân-ıKerîm’in beyânına göre Allah’ın kula hidâyeti beş kademede gerçekleşmektedir:

Birincisi,Allah’ın akıl ve sorumluluk sahibi varlıklara kabiliyetleri nispetinde akıl,anlayış ve gerekli bilgileri vermesidir. Bunların dışındaki yaratıkların davarlıklarını sürdürmek için gerekli yaşama şartlarını ve vesilelerini varetmesidir. “Rabbimiz, her şeye yaratılışındaki temel özellikleri veren,sonra onu yaratılış gâyesine uygun biçimde yola koyan Allah’tır” (Tâhâ20/50) ayeti bu mânayı ifade eder.

İkincisi,Cenâb-ı Hakk’ın, insanları peygamberlerinin lisanıyla davet ettiği hidâyettir. “Bizo peygamberleri, emrimizle insanlara doğru yolu gösteren önderler yaptık.”(Enbiyâ 21/73) ayeti bunu anlatır.

Üçüncüsü,peygamberlerle gönderilen bu hidâyeti kabul edenlere Rabbimizin ikram ettiğitevfik hidâyetidir. “Doğru yola uyanlara gelince, Allah onların iman vehidâyetlerini artırır” (Muhammed 47/17) ayeti bu mânadadır.

DördüncüsüAllah’ın mü’minleri âhirette cennetin yoluna hidâyet etmesidir. “Bizi bucennete eriştiren Allah’a hamdolsun! Eğer Allah bize doğru yolu göstermeseydibiz kendiliğimizden doğru yolu bulamazdık” (A‘râf 7/43) âyeti de bu mânaya işaret etmektedir. Bumertebelerden bir sonraki bir öncekini gerektirir ve ona terettüp eder. (Râğıb el-Isfahânî, el-Müfredât, hidâyetmd.)

Beşincisi isevahiy, ilham veya sâdık rüyalar gibi olağanüstü yollarla kalplere sırlarıkeşfetmek ve eşyanın hakikatini göstermektir ki bu hususi hidâyettir. Bilhassapeygamberler ve velilerde meydana gelir. Bu tarz hidâyetin yolları, harikulâdeyollardır. Az da olsa her ferdin bundan bir nasibi vardır.

İştebiz “hidâyet ver” duamızla Rabbimizden bütün bu güzellikleri istemekteyiz.Bunlar içinde de hususiyle “sırat-ı müstakîm”e ulaştırmasını niyaz etmekteyiz.“Sırât-ı müstakîm”, kelime olarak “eğriliği ve sapması olmayan dosdoğru yol”demektir. Bundan maksat, yegâne hak din olan İslâm dinidir. Burada asıl maksadaulaştıracak olan vesîle, maksat olarak ifade buyrulmuştur. Çünkü asıl maksatHak Teâlâ’nın rızâsıdır. Din ise o maksada götüren vesiledir, yoldur. Bu sebepleona sırat-ı müstakîm denilmiştir. “Sırat” kelimesinde “inişli çıkışlı, bazandar bazan geniş, aşması zor yol” mânası da vardır. Bu tarifiyle o, inişiçıkışıyla, bazan dar bazan geniş keyfiyetiyle Allah’ın rızâsına giden vegeçilmesi zor olan bir yolu; diğer taraftan cehennem üzerine kurulan veinsanların cennete girmek için muhakkak üzerinden geçmeleri gereken sıratıhatırlatmaktadır. Mekandan münezzeh olan Allah Teâlâ, kulun cennete varması vecemâline ermesi için bu yolda yürümesini ve bu köprüyü geçmesini istemektedir.

İslâmdini, insan fıtratının gereği olan her hususta ifrat ve tefritten uzak itidalhalini tavsiye etmektedir. Mesela insanda akıl kuvveti vardır. Bunun tefritiahmaklık, ifratı ise cerbeze olup hakkı bâtıl bâtılı hak gösterecek derecede aşırıbir zekâdır. Bunun ortası ise hikmet olup, hakkı hak bilip ona uymak, bâtılı bâtılbilip ondan kaçınmaktır. İnsanda öfke kuvveti vardır. Bunun tefriti cebânetdediğimiz korkaklıktır; korkulmayacak şeylerden bile korkmaktır. İfratı isetehevvürdür; maddi mânevî hiçbir şeyden korkmamaktır. Her türlü zulüm vetahakküm bundan ileri gelir. Orta hali ise şecaattir ki, dinî ve dünyevîhakları için gerektiğinde canını bile feda edebildiği halde, meşrû olmayanişlerden çekinmektir. Yine insanda şehvet duygusu vardır. Bunun tefritisönüklüktür ki, ne helâle ne de harama iştahı yoktur. İfratı fücûrdur ki, helâlleyetinmeyip harama meyleder. Ortası ise iffettir ki, helâline isteği var, haramolana yoktur. (Bedîuzzaman, İşârâtü’l-İ‘câz, s. 24)

İştedosdoğru yol olan İslâm, insanın duygu ve düşüncelerine varıncaya kadar herhususta en güzel, en iyi ve en itidalli olanını emir ve tavsiye etmektedir.Mü’mine gereken ifrât ve tefrîtten uzak durarak orta yolu izlemek ve bu yolüzre devam etmektir. Kur’ân-ı Kerîm’de bunu emreden pek çok âyet ve işaretlervardır. Nitekim: “Harcamalarında ve başkalarına yardımda eli sıkı olma, ancak varını yoğunu da saçıp savurma!” (İsrâ17/29) âyeti, isrâf ile cimrilik arasında orta bir yolu emretmektedir.

Resûlullah(s.a.s.), Allah Teâlâ’nın sırat-ı müstakimi şöyle bir misalle tarif ettiğinihaber vermektedir: “Sırât-ı müstakîm dosdoğru bir yoldur. Yolun ikitarafında iki duvar, duvarlarda açılmış perdeli kapılar ve yolun başında da birdavetçi var. O davetçi: «Ey insanlar! Hepiniz doğru yola giriniz, dağılıpparçalanmayınız!» diye sesleniyor. Birisi perdeli kapılardan birine girmekistediğinde yukarıdan bir başka davetçi: «Sakın o perdeyi kaldırma! Kaldırırsançıkar gidersin!» diye sesleniyor. Bu yol İslâm’dır. Duvarlar Allah’ın koyduğu sınırlardır,kapılar haramlardır, yolun başındaki davetçi Allah’ın kitabıdır. Yukarıdakidavetçi ise müslümanın vicdanıdır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV,182-183)

İştemüstakîm yol, Allah Teâlâ’nın “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur, öyleyseona uyun. Başka yollara uymayın ki, o yollar sizi grup grup parçalayarakAllah’a giden yoldan ayırmasın” (En‘âm 6/153) buyurduğu yoldur. Yine“sırât-ı müstakîm”, Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine nimet verdiği kimselerinyoludur. Bunlar peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlihlerdir. Nitekimmevzuyla alakalı bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:

Kim Allah’ave Peygamber’e itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimetler verdiğipeygamberler, sıddîklar, şehitler ve sâlihlerle beraberdir. Bunlar ne güzelarkadaştır!” (Nisâ 4/69)

Builâhî ihsân, onların sırlarını inâyet nûruyla, ruhlarını hidâyetle, kalblerinivelâyet eserleriyle aydınlatmıştır. Nefislerinden hevâyı söküp atmıştır.Şerîatın ahkâmına riâyet etmek ve şeytanın hilelerine direnmek sûretiyle bunimetlere kavuşmuşlardır. Ebu’l-Abbas b. Atâ der ki:

“Kendilerinenimet verilenler tabaka tabakadır. Ârifler; Allah’ın kendilerine mârifetnimetiyle ikramda bulunduğu kimselerdir. Velîler; doğruluk, rızâ, hoşnutluk,yakîn ve safvet sıfatı verdiği kimselerdir. Ebrâr; hilim, yumuşaklık, şefkat vemerhamet sıfatı ihsân buyurduklarıdır. Mürîdler, tâat lezzeti in‘âmettikleridir. Mü’minler ise istikamet verdikleridir.”

الصِّرَاطُ (sırat) kelimesinin peş peşe iki defa zikredilmesi, birinin kuldanRabb’e, diğerinin Rab’den kula olmak üzere iki yol bulunduğuna işaret eder.Kuldan Rabb’a giden yol korku ile doludur. Bu yolda büyük tehlikeler vardır.Şeytan işte bu yol üzerine oturmuştur. Nitekim, “Beni azdırmana karşılık,yemin olsun ki ben de kullarını saptırmak için senin doğru yolun üzerinde pusukurup oturacağım. Sonra onlara mutlaka önlerinden, arkalarından, sağlarından vesollarından sokulacağım. Sen de onların çoğunu şükredici bulamayacaksın” (A‘râf7/16-17)ayeti bunu haber verir.Rab’dan kula giden yol ise güvenlidir, emniyetlidir. O yolda selâmetle gidilir.Bu yolun meziyetleri ve nimetleri boldur. Kılavuzları bilgili, tecrübeli vegüvenilirdir. Bu kılavuzlar peygamberler ve onların vârisleridir. Sağlamdelillerle rehberlik etmektedirler. İşte az önce meâlini verdiğimiz Nisâ sûresi69. ayet bu yoldan bahsetmektedir. (Bursevî, Rûhu’l-Beyân, I, 22-23)

Budoğru yol, gazaba uğramayanların ve dalâlete düşmeyenlerin yoludur.Dolayısıyla kendilerine nimet verilenler, gazaba uğramaktan ve sapmaktanselâmette olanlardır. Gazaba uğrayanlar ve sapanlar ise, nimetten mahrumkalanlardır. Bunlar birbirinin zıddıdırlar.

اَلْغَضَبُ (gazap), nefsin çirkin ve kötü bir davranış karşısında intikamisteğiyle heyecanlanmasıdır. Kalpteki kanın öç alma arzusuyla galeyana gelip kaynamasıdır.Rızânın zıddıdır. Buna ufak farklarla öfke, hiddet ve hışım da denilir. Allah’anispet edildiği zaman gazap, nefsî etkilenmelerden arındırılarak neticesiitibariyle intikam iradesi, hoşnut olmama, şiddetle yakalama veya ceza verme mânasınagelir.

الضَلاَلُ وَ الضَلَالَةُ (dalâl ve dalâlet), bilerek veyabilmeyerek, kasten veya hata ile doğru yoldan sapmaktır. Hidâyetin zıddıdır.Dalâlete düşmenin en mühim sebebi gaflet ve şaşkınlıktır. Kelimeden ilk olarakhissedilen mâna, maddi yoldan sapmaktır. Sonra din ve mânevîyatla ilgilihususlarda kullanılmıştır.

Âyet-ikerîme, gazaba uğrayan ve dalâlete düşen bütün fertleri ve grupları şumûlünealmaktadır. Bunlar kâfirler, müşrikler, asiler ve Allah’ı tanımayansapıklardır. İman, ilim, amel ve istikamet yolunu terk edip küfür, cehalet,isyan ve fasıklık yolunu tutanlardır.

PeygamberEfendimiz: “Gazaba uğrayanlar yahudiler, dalâlete düşenler de hıristiyanlardır”(Tirmizî, Tefsiru’l-Kur’an, 1, 2) buyurmuşlardır. Kur’ân-ı Kerîm’de yahudilerhakkında, “Allah’ın lânetlediği ve gazap ettiği kimseler” (Mâide 5/60) beyânıgeçmektedir. Hıristiyanlar hakkında ise: “Daha önce kendileri saptığı gibi,pek çoklarını da saptırmış” (Mâide 5/77) buyrulur. Yalnız burada maksat,gazabın özellikle yahudilere, dalâletin de özellikle hıristiyanlara has bir şeyolduğunu ifade etmek değildir. Çünkü âyet-i kerîmelerde gazab-ı ilâhî bâzan hıristiyanlaranisbet edildiği gibi, bâzan da dalâlet yahudilere nisbet edilmektedir. Bazan debu ifadeler, yahudi ve hıristiyanların dışında kâfir, münafık, günahkâr ve fâsıklariçin de kullanılmaktadır. Dolayısıyla âyet umûmi mâna ifade etmektedir. yahudive hıristiyanlar ise, zaman ve mekan itibariyle yakın birer örnek olarakzikredilmişlerdir.

Birkaçayetten oluşan Fâtiha, yaratanın, yaratılışın ve yaratıkların bütün sırlarınıtoplayan son derece kapsamlı bir sûredir. Baş taraftaki üç âyetle sondaki üçâyeti birbirine bağlayan “kulluk” ayetiyle Fâtiha, sayıya gelmez bir varlıklardenklemini beyân etmektedir. Fâtiha’daki bu ruhu ve denklemi, şu kudsî hadis negüzel izah eder:

“Ben namaz sûresi olan Fâtiha’yı kendim ile kulum arasında yarıyarıya taksim ettim; yarısı benim, yarısı kulumundur. Kuluma istediğiniveririm”. Peygamber Efendimiz devamını şöyle açıklıyor: Kul, «Hamd, ÂlemlerinRabbi Allah’a mahsustur» deyince Allah da; «kulum bana hamdetti» der. Kul «O,Rahmân ve Rahîmdir» deyince Allah da «kulum beni övdü» der. Kul «O,hesap ve ceza gününün tek sahibidir» deyince, Allah da «kulum beni ululadı»der. Ve buraya kadar benimdir. «Rabbimiz! Sadece sana kulluk eder ve sadecesenden yardım isteriz» kısmı kulumla benim aramdadır. Sûrenin sonu olan «Bizisırat-ı müstakîme eriştir. Kendilerine nimet verdiğin, gazaba uğramayan vedalâlete düşmeyenlerin yoluna» kısmı ise «yalnız kuluma aittir ve kulumunistediği kendisine verilecektir» buyurur.” (Müslim, Salât 38)

Fâtihasûresini okuyan veya dinleyen kişi, sûre bitince “âmîn” der. Amin, “duamızıkabul buyur, elimizi boş çevirme” mânasında bir dua sözüdür. Kur’an nazmınınbir parçası değildir. Bu sebeple Mushaf’a yazılmamıştır. Resûlullah (s.a.s.)Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“İmam «veleddâllîn» dediği zaman hepiniz «âmin» deyiniz. Çünkümelekler «âmin» derler. Âmin demesi, meleklerin âminine rastgelenin geçmişgünahları affedilir.” (Buhârî, Tefsiru’l-Kur’an 1) Bu sebeple “âmin” demek sünnettir.Namazda imam ve cemaat tarafından gizlice söylenir.

Kur’ân-ıKerîm’in getirdiği mâna ve mesajlara güzel bir giriş ve şumüllü bir özet mâhiyetindekiFâtiha sûresinden sonra, Kur’an’ın zirvesi mesabesindeki (bk. Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’an2) Kur’an’ın en uzun ve en muhtevalı sûresi olan Bakara sûresi gelmektedir.Kur’ân hayat sahibi bir varlığa benzetilecek olursa Fâtiha sûresi bunun başı,Bakara sûresi gövdesinin en önemli kısmı, diğer sûreler o varlığın diğerazaları ve cihazları mesâbesindedir:

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Fâtiha Sûresi 7. ayeti ve tefsiri (2024)
Top Articles
Latest Posts
Article information

Author: The Hon. Margery Christiansen

Last Updated:

Views: 6354

Rating: 5 / 5 (50 voted)

Reviews: 89% of readers found this page helpful

Author information

Name: The Hon. Margery Christiansen

Birthday: 2000-07-07

Address: 5050 Breitenberg Knoll, New Robert, MI 45409

Phone: +2556892639372

Job: Investor Mining Engineer

Hobby: Sketching, Cosplaying, Glassblowing, Genealogy, Crocheting, Archery, Skateboarding

Introduction: My name is The Hon. Margery Christiansen, I am a bright, adorable, precious, inexpensive, gorgeous, comfortable, happy person who loves writing and wants to share my knowledge and understanding with you.